20 Haziran 2015 Cumartesi

Dayı'nın Yeri

   11 ayın sultanı Ramazan geldi diyerek klasik bir başlangıç yapalım yazımıza :) Havaların sıcak ve günlerin uzun olması sebebiyle zorlu geçen oruç tutma süresi, akşamları yerini -imkanlar dahilinde- ziyafet sofralarına bırakıyor. İftar sofraları,oruç tutan tutmayan tüm herkes için önemli bir yere sahip. Çok klişe sözlerden uzak kalarak, iftar sofralarının geleneksel samimiyetinden olduğunu düşünüyorum. 
   Bugün bahsedeceğim yer, kimisinin öğlen yemeği için daha uygun gördüğü, benimse daha çok akşam yemekleri, özellikle pazar günleri arkadaşlarla, aileyle yenilen yemekler için daha uygun.Sebebine gelince, etin keyife dönüştüğü anların öğlen yemeğiyle geçiştirilmesine karşıyım :)
   Dayı'nın yeri Adanalı Şahin Usta ve kardeşi tarafından işletilen iki şubeden oluşan bir işletme. İki şube diyorum ama bir merkez bir şube demek daha doğru olacak sanırım. Merkezi şubesinden daha küçük olan dükkanları hemen arka sokakta yer alıyor. Bizim tercihimiz mekan ferahlığı büyüklüğü açısından şube diye bahsettiğim yer oluyor genelde.
   Buraya giderseniz eğer bildiğiniz kebapçılardaki usulleri kesinlikle bir kenara bırakın. Menü isterseniz yüzünüze anlamsız ifadelerle bakabilirler zira menü diye bir kavram yok :) İki kişi gittiğinizi farz edelim. "İki kişilik başlatıyorum abi/abla" cümlesiyle karşılaşıcaksınız şaşırmayın, karşı çıkmayın (pişman olursunuz). 



   Masaya gelen mezeler çok çeşitli olmasada lezzetli ve hafif. Burada çok mezenin gelmesi zaten olacak iş değil,yemeklere yer kalması için mezelerin azar azar yenmesi gerektiğini düşünüyorum.Kuru cacık,acılı ezme,salata,roka,sumaklı soğan,maydonoz servis ediliyor..



   Dayı'nın yerinde içilebilecek en güzel içecektir şalgam!(Tabi tansiyon gibi bir probleminiz yoksa). Buraya ilk geldiğimde ısrar kıyamet önerilen bir içecekti. Özelliğini sorduğumuzda Adana'dan özel olarak getirdiklerini söylemişlerdi. Hakkını teslim etmek lazım ki Ankara'da böylesini içmek çok ama çok zor. Acılı - acısız şalgam gibi bir ayrım yok. Zira acıyı isterseniz siz üzerine katıyorsunuz. Aynı boyutta gelen acının azar azar katılmasını tavsiye ediyorum boğazınızı yakmak istemiyorsanız eğer :) 
   

   Yemeğin servisi için çok fazla bekleme süresi olmasada açken gidildiğinde işkence dakikalarına döndüğünde zaman ufukta kara görünüyor: Fındık Lahmacun. Keşke büyüğünü yapıp getirseler dediğimiz lezzet. Yağı tam ayarında, baharatı rahatsız etmiyor. Kısa süren görsel birlikteliğimizin sonunda kendisine veda ediyoruz.

Geldi gönlümün efendisi...:)


   Damak çatlatan deyimini pek sevmem ama bu Adana için başka söylenecek söz varsa şu an aklıma gelmiyor. Acıya boğulmuş aşırı baharatlı adanaların yanında kendini hemen belli edeceğine emin olabilirsiniz.Kişi başı 1 adet olarak servis edilebiliyor. adanaların altında yağlarının süzüldüğü lavaşlar dizili,yağlı sevenler kaçırmamalı..Yağlı et sevmeyenler için biraz ağır olabileceğini hatırlatmak isterim Adananın. Tabakta ızgara domates biber ve sarımsak geliyor. Buranın en samimi bulduğum hususlarından biri burada karşınıza çıkacak. Şahin Usta'yı bir anda yanınızda buluyorsunuz tabaktaki sarımsakları ayıklarken :) Sarımsakları tek tek elleriyle ayıklayıp masaya pay etmesini kendi usulünce bir "Hoşgeldiniz" olarak görüyorum ben bu seramoniyi :) 
   

   Hafif terbiye edilmiş kuzu şiş yumuşak sulu ve lezzetli. Birer şiş olarak servisi yapılıyor. 
   

   Buranın olmazsa olmazı kesinlikle kaburga şişi. Kaburgalar gördüğüm tattığım kadarıyla herhangi bir terbiyeye sosa maruz kalmadan olduğu gibi yapılıyor. Ustalık burada ön plana çıkıyor herhalde. Terbiye ve sos olmadan lezzetli kaburgalar önünüze geliyor.
   
"Babuş Burayı Ciğerle..."

   Aslında asıl fotoğrafını çekmem gereken yeri çekmemişim dalgınlığa gelip :) Kaburgalardan sonra Şahin Usta masaya gelip ciğer isteyip istemediğinizi sorduğunda o güzel cümleyi duymanız olası:) "Babuş Burayı Ciğerle..."
   Şahin Usta bunu da bize bırakmıyor. İnce ince lavaşlara çektiği ciğer şişlere biraz kimyon biraz soğan biraz da roka ekleyip tutuşturuyor mini dürümleri elimize. Onun tabiriyle bu yemeğin altın vuruşu bu ciğerler :) Konumuz yemeğin et kısmıysa evet altın vuruş olabilir. Genel olarak düşündüğümüzde altın vuruş hemen sonrasında gelen.

   

   Eğer sizde benim gii tereyağını seviyorsanız çok seveceğinizi söyuleyebilirimz. Şekeri abartmadan yaptıkları irmik helvası kebapçılarda yemeye alışkın olduğumuz margarinli lapa irmik helvası diye tabir edilen helvalardan çok çok farklı. Altın vuruş diye buna derim.
   Dayı'nın Yeri'nde yediğimiz bu yemek içecekler dahil kişi başı 45 TL sına mal oluyor. Kesinlikle Ankara'da gelinmesi gereken bir yer diye düşünüyorum.

ADRES: Öveçler 1333.sokak Çankaya/ANKARA (ŞUBE)

8 Haziran 2015 Pazartesi

CERMODERN 6. AÇIK HAVA FİLM GÜNLERİ




CerModern açık hava film gösterimi sezonunu açıyor!

Bu hafta 5 film gösterimiyle başlayacak olan gösterimler, her hafta salı günü devam edecek.

Bu haftanın programı;

9 Haziran Salı 20:30 - Kış Uykusu

11 Haziran Perşembe 20:30 - Neden Tarkovski Olamıyorum

12 Haziran Cuma 20:30 Ben O Değilim

13 Haziran Cumartesi 20:30 Sivas

14 Haziran Pazar 20:30 İtirazım Var

Etkinliklerin ücretsiz olduğunu ve ve kontenjanlarla sınırlı olduğunu belirtmekte fayda var.

Gösterimlerin açık havada olması sebebiyle olumsuz hava koşulları maalesef bir engel olabilir.Hava muhalefetlerinden dolayı ertelemelerin yapılabileceği sitelerinde belirtilmiş. Bu haftanın hava durumuna bakarsak sürekli yağış beklenen Ankara'da gösterimlerin nasıl yapılacağı merak konusu.

İyi Seyirler!






Germeç Piliç

Ülkenin gündeminde yer alan seçimle ilgili iki satır bir şeyler yazmak isterdim ama burayı siyasetten uzak tutmak istediğime karar verdim. O yüzden bugün seçim konulu bir yazı yerine, oy kullandıktan sonra yemek yediğim yeri yazmayı tercih ettim :).



Germeç Piliç, Anıttepe’de bir köşe başında,esnaf lokantası tadında, hani arkadaşlarımıza “ufak bir dükkan ama çok müşterisi var sürekli dolu” diye anlattığımız yerlerden biri. Ufak dediğime bakmayın siz yinede zira saymadım ama nereden baksak 20 masası rahat vardır diye düşünüyorum :).
Arada sırada paket piliç çevirme sipariş etmeme rağmen dükkanlarına hiç gitmemiştim. İsminden de anlaşılacağı gibi, kırmızı et ve kebap çeşitleri yer alsada piliç üzerine kurulmuş ve uzmanlaşmış bir işletme Germeç Piliç.  İlk kez gittiğim yerlerde karışık kebapları tercih ediyorum açıkçası. Çeşitlerinden azar azar tatmak daha iyi fikir sahibi olmamı sağlıyor.Bu yüzden siparişim Germeç Special oldu.



Germeç Special’in içinde piliç pirzola, piliç köfte,kanat,piliç kaburga ve külbastı var.Etler Pilavın üzerinde servis ediliyor. Pilav konusunda ne yazık ki restaurantlar gerekli özeni göstermiyorlar o yüzden sıradan dışarıda yediğimiz pilavlardan bir farkı olduğunu düşünmüyorum. Gelelim etlere.Öncelikle ilk olarak söyleyeceğim şey, eğer ki ağzıma kesinlikle acı sürmem derecesi ne olursa olsun hafif veya çok acı fark etmez diyorsanız etler size göre değil.Hafifte olsa acı kendini hissettiriyor özellikle köftede. Tavuk pirzola kemiğinden ayrılarak hazırlanmış yeme açısından kolaylık sağlamışlar, göğüsten hazırlanan külbastılar şaşırtıcı bir şekilde sulu sulu ve yumuşacık geldi. Kaburgada aynı şekilde yumuşacık hazırlanıp servis edildi.


Bu tarz yerlerde ilk önce servis edilen yiyecekler ikramlar genelde de bu  tarz yazılara ikramdan başlarlar ama ikramlarda açıkçası bahsedebilecek bir şey olmadığı için bir şey yazamıyorum.Yağsız olarak servis edilen kabuklu salatalık domates ve aysberg salatası ve sıradan bir acılı ezme getiriyorlar.

Hesap makul düzeyde geldi : Germeç Special 14 TL, Kola 2,5 TL, Su 1 TL

Tekrar gider miyim? Eti için evet, ideal bir öğlen yemeği olabilir. Puanlamak gerekirse 6/10 ideal diye düşünüyorum. Otopark sıkıntısı hafta içi olabilir, engelliler için bir giriş mevcut ama bugün önünde boş ekmek kasaları vardı,normal zamanda nasıl olur bilmiyorum. Yine de bir uğrayın derim.
Afiyet olsun!


Adres:Gençlik Caddesi Ordular Sokak No:2/A Anıttepe/ANKARA
Telefon: 0312 231 95 84

4 Haziran 2015 Perşembe

CERMODERN HAZİRAN

Yaşayanlar bilir, Ankara’da biz Ankaralıların bazı klasikleri vardır(en azından bir çoğumuz bilir). Eymir Gölü, Seğmenler Parkı, Bahçelievler 7. Cadde,…Yağışlı veya soğuk havalarda ise AVM’ler!

Yağmurlu bir Ankara gününde bizim tercihimiz bu hafta Cermodern. Eskiden cer atölyesi olarak kullanılan bu mekanın bir sanat merkezine dönüştürülmesi Ankaralıların büyük şansı oldu. Yıl içerisinde birbirinden güzel sergilere ve etkinliklere ev sahipliği yapan Cermodern’e gitmeyen herkesin gitmesini tavsiye ederim. En azından atmosferi solunmalı diye düşünüyorum. 

Bu hafta Cermodern’de yer alan 5 sergiye katılma fırsatı bulduk. Momentum, Robert Montgomery, Kuyudaki Taş-Ka Atölye Sergisi,Katar Çağdaş Sanatı ve 36. DYO Resim Ödülleri Sergisi.

Hepsi hakkında bir şeyler söylemek paylaşmak isterdim ama gidip görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Yinede bazı şeyleri paylaşmak istedim.

36. DYO Resim Ödülleri Sergisindeki fotoğraf gibi tabloları kaçırmak büyük şanssızlık olur. Fotoğraf gibi derken, biz gerçekten uzaktan baktığımız bir çok tabloyu fotoğraf zannettik. Tek tek incelediğimiz zaman incelikle,titizlikle çalışılan eserlere hayran kaldık.

Robert Montgomery’nin çalışmaları ilk bakışta duvar yazılarını akıllara getiriyor. Sokak sanatı dersek çokta yanılacağımızı düşünmüyorum.  Yorum sizin :)

Kuyudaki Taş-Ka Atölye Sergisi, farklı baskı teknikleriyle sunulan çalışmaların karşısında geçirdiğimiz zamanı fark etmedik desem yeri olur.Bu serginin en ilginç kısmı,serginin bir bölümünün zifiri karanlık bir odada olması. Fotoğraf sergisine sizcede bir karanlık oda yakışmaz mı zaten? Karanlık odaya girişteki eski tip el fenerleriyle giriliyor. Duvardaki fotoğraflar tek tek el fenerleriyle  inceleniyor. Güzel olan başka bir nokta ise duvarlarda yer alan zarflarda eser sahiplerinin el yazılarıyla olan notları.

Bir parça fazla huzur için Cercafe’de kahvenizi içmeyi unutmayın. :)

Sergi Tarihleri:

Katar Çağdaş Sanatı
26 Mayıs - 26 Haziran






Momentum
29 Nisan - 21 Temmuz






Kuyudaki Taş - Ka Atölye Sergisi
15 Mayıs - 30 Haziran






Robert Montgomery
13 Mayıs - 12 Temmuz







Ziyaret Saatleri:
Salı - Pazar 10.00 - 20.00
Pazartesi Kapalı


29 Mayıs 2015 Cuma

Sigarayı Nasıl Bıraktım?


    İlk yazım bu konuya kısmetmiş. Sigarayı bırakmamın ikinci ayını doldurduğum gün başka konu üzerine yazmak istemedim tabii ki. Bırakanların hepsi önce sigarayı bırakmayı isteyeceksin diyor. Kısmen katılıyorum kısmen katılmıyorum. Çünkü ben istemeye istemeye bıraktım. Son sigaramı içtikten iki hafta sonra her sabah kendimi tebrik ederek uyanmaya başladım.
    Tütünle ilk tanışmam lise 1. sınıfın sonuna denk geliyor. Sigarayla tanışmam ise üniversite yıllarıma. "Benim iradem sağlam istediğim zaman bırakabilirim." demeyi her fırsatta ihmal etmedim tabii ki her sigara tiryakisi gibi :).
    İlk sigarayı bırakma denemem sadece fikri açından olsada askerdeydi. Askere gidince bırakırım düşüncesinin yanlış olduğunu teslim olmamın ilk saatinde anlamış oldum. Askerliğin stresini bir yana koyuyorum, orada daha farklı anlamlar yüklemiştim sigaraya. Aslında sadece ben değilim o anlamları yükleyen. İçen herkesin yüklediğine eminim. Sevdiklerimi düşünürken yanımda olan bir arkadaş gibiydi. Çektiğim her nefeste sanki beni anlıyor gibiydi, sosyalleşme aracıydı, sıkıntılı anlarımın kurtarıcısıydı (!).
    Askerdeki ilk haftamda hasta oldum. Ciğerlerim sökülürcesine öksürüyorum, ateşler içersinde uyanıyorum, geceleri sürekli terliyorum. Güç bela revire gittiğimde kaytarmaya çalışan yüzlerce askerden biri olduğumu düşünen doktor hiçbirşeyimin olmadığını söyleyerek beni geri yolluyor. Acemilik dönemim bitince bir hafta izin alıp Ankara'da hastaneye gittim. Neticede bir sürü röntgenin incelemenin ardından sinüzit teşhisiyle yolladılar.
    Usta birliğime gittiğimde de sorunlar peşimi bırakmadı ne yazık ki. Her 4-5 cümle sonra öksürükler başladı. Sabah uyanınca ciğerlerim sökülene kadar öksürmeye devam ediyordum. Bir tanecik arkadaşımın farklı şekillerini de keşfetmiştim. Sarma sigarayla tanışmıştım. İçmek için biraz zahmetliydi ama hem makul fiyatlı olması hemde daha enteresan gelmesi cezbetmişti beni. Günde yaklaşık olarak 2 pakete denk gelen bir miktara ulaşmıştım.Dönünce bırakırım dedim.Sene 2012.
    2015 Ocak ayında hiç yanımdan ayırmadığım canım arkadaşımın farklı yönlerini tanımış oldum. Alışmış olduğum sabah öksürük nöbetlerimin bir tanesinden sonra lavaboda kan olduğunu fark ettim. Akciğerlerimden kan geldiğini anlayınca biraz panik oldum tabi. İşe gider gitmez doktoru arayıp randevumu aldım. Röntgenler çekildi. Doktorun incelemelerinden sonra kanamaya sebep olacak bir bulguya rastlanmadı. Burada doktorun önemini çok daha iyi anladım. Doktorum, daha önce gittiğim doktorlardan farklı olarak kanın peşine düşmem gerektiğini söyledi. Belki de birçok doktorun yapmayacağı şeyi yaparak kendi hastanelerinde bu süreci sağlıklı yürütemeyeceğimi (özel hastane), alternatiflere göz atmam gerektiğini söyledi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıklarına başvurdum. Çektirdiğim tomografide tabiki çiçek bahçesi çıkmadı. Nodüllerle ve hava kistleriyle dolu tomografi sonucumu alarak doktora gittim.Hayatımda ilk kez kanserle aynı cümle içerisinde anılıyordum!Çok şükür ki sadece şüphede kaldı.
    Tomografi sonucu tetkikleri beraberinde getirdi. Fortumu bana bağladılar!. Hepsi birbirinden can sıkıcı bir sürü tetkik yaptırdım en can sıkıcısı tabii ki bronkoskopiydi.Bu arada yıldırırmı Türk delikanlısını öksürüktü,bronkoskopiydi falan?! Çıktım bronkoskopiden yaktım bi sigara. Bu arada Ocak itibariyle sigara tüketimim günde 1,5 paket normal zamanlarda, alkolle beraber 2-3 paket civarındaydı. Üzerine Kıbrıs'a gittim. Türk delikanlısı orada da durmadı pek tabii, değişik markaları denemek lazımdı. Sigarayı bırakmak için Kıbrıstayken bir hedef daha konuldu. Döner dönmez bırakacaktım!
    Bu arada hiç bırakmayı denemedim mi? Denemez olurmuyum defalarca denedim. en fazla 7 gün sürdü. 4-5 günlük Kıbrıs gezimi Mart ayında yaptım. Mart'a kadar 2-3 defa daha bırlığımı sakmayı denedim en fazla 24 saat sürdü.
    Tetkik sonuçlarımın çıkmasıda Kıbrıs dönüşümü buldu. Sonuçlarımı toparladığım gibi doktorun yanına gittim. Hastalığımı sorduğumda "langerhans hücreli histiositozit x" gibi bişey söyledi. (ilk başlarda telaffuz edemediğimden, arkadaşlarım sorduğunda "tövbe estağfurullah Alman milis kuvvetleri gibi bişey" demekle yetiniyordum). Hastalığın çok ciddi olduğunu, assistanlığını yaparken ilk karşılaştığı hastalık olduğunu söyledi. En can alıcı kısmı benim "yazık oldu yaşı daha gençti" demesi oldu tabii ki! Canım arkadaşımın sırtımdan vurduğunu o an anladım. Çünkü hastalığın tek sebebinin sigara olduğunu öğrendim.
    Sigarayı kendi başıma bırakamıyorsam kendilerinin yardımcı olabileceklerini söyledi seve seve kabul ettim. Hastanenin sigara bırakmayla ilgili bölümüne gittim bir kutu ilaç verdiler. Kullanımının ne şekilde olduğunu tatlı tatlı anlattı hemşire hanım sağolsun sonunada eklemeyi ihmal etmedi

 -Tedaviniz süresince (3 ay) alkol almayacaksınız.
 - Hiç mi? (!)
 - Hiç.
 
 Baktım durumun vahameti büyük, yerim lan dedim ilacını. İlaçsız nasıl bırakılıyormuş bu meret araştırmaya başladım. Ben ki, ne yeşil çaylar ne otlar ne filmler kitaplar denemiş olan insan bu sefer ilaçsız olarak bırakacaktım! Rakıdan ayrılmak ne demek?!
    Biorezonans diye birşey gördüm. Sürekli reklamlarını, fırsat sitelkerinde fırsat kuponlarını görüp ciddiye almadığım  bir sistem. Aradım hemen, ticari kaygılarla konuştuğu her halinden belli olan bir abla kesinlikle ilaçla bırakmamam gerektiğini Norveçte intihara varan vakaların olduğundan falan bahsetti, tabiki ciddiye almadım. Söylediği tutar benim 2 haftalık sigaraya verdiğim para kadar olunca denemeye karar verdim. Çok samimi söylüyorum hayatımda gördüğüm en saçma yöntem.
    Seansa gitmeden 2-3 gün önce bir diyet uyguladım. Merkezin kapısının önünden 4 tane sigara içmeyi ihmal etmedim ve içeri girdim. Elime iki tane elektrot denilen metal çubuğu tutuşturdular başımada bi tane kulaklık taktılar. Kulaklıktan tıkır tıkır sesler veriyorlar,elektrotların sayesinde de vücudumdaki organların kemiklerin vs. frekansını ölçtüğünü söylüyorlar. Ekrana bakıyorum Rusça yazıyor. İnancım iyice gitti tabi. Yani tıbbi terimi geçtim şarkı sözü yazsa nerden anlayacağım Kiril Alfabesi lan bu! Neyse frekansı ölçtüler, bir tane sigara yakıp yarısına kadar içmemi söylediler,dibine kadar geldim södürüp külleriyle verdim görevliye. Cihazın bir bölmesine koydu küllerin frekansını ölçtü. Bi yandan söyleniyorum kendi kendime geldik iyi tokatlıyorlar burda adamı, ulan gitti iki paket sigara parası falan, bi yandan adam sigaranın vücudumda yarattığı frekansı nasıl ölçeceğini anlatıyor. Ölçümden sonra aynı yöntemle ters frekans vereceklerini söylüyor. Neyse bu işlemlerde yapıldı. Gelelim en saçma kısıma.. Su dolu ufak pet şişeyi külü koyduğu bölmeye koyup frekans yükledi! canım ne zaman isterse bu sudan içmem gerektiğini söyledi.İçimden lan diyorum okunmuş suya ihtiyacım olsa size niye geleyim falan filan, elimde ufak bir pet şişe suyla, siz artık sigarayı bıraktınız dedi ve yolladı. Eklemeyi ihmal etmedi sağolsun.7. ve 21. günde birer seans daha yapacakmışız. Canım ne zaman sigara isterse ek seans talep edebilirmişim.
    Tokatlanmanın verdiği hisle dışarıya çıktım. Tabi orada olayın galeyanına gelmedim değil. Hemen paketi buruşturmalar çakmağı fırlatmalar falan gibi bir takım hareketlerin hepsi bende. 1 saat geçti sigara isteği yok, 2 saat geçti yok, 3,4,5,6....
    Anlamadığım bir şekilde iki hafta hiç sigara istemedim. En büyük sınavımı vermeye geldi sıra. Rakıların biri gidiyor diğeri geliyor sonunda krize giriyorum. Sigarayı ağzıma koyuyorum,çakmak bulamıyorum! Ara tara çakmağı bulamıyorum ve sinirlenip sigarayı atıyorum.
    O son sigarayı içtiğimin üzerinden tam iki ay geçti. Mantığıma oturtamadığım sistem sayesindemi yoksa gerçekten kendiliğimden mi bıraktım bunu hala anlamış değilim. Önemli olan anlamam değil zaten. Şimdi her sabah uyandığımda kendimi tebrik ederek başlıyorum güne.
    Merak edenler için söyleyeyim, kilo almadım çünkü aşırı yeme isteğim olmadı, herhangi bir yoksunluk çekmedim, ilk başlarda el alışkanlığı itibariyle çok az canım istedi ama ilk haftadan sonra onuda atlattım, sosyalleşme aracı olmadığını ve hem rakıyla hem benimle arkadaş olmadığını gördüm. Reklam kokan bir yazı olmasını istemediğim için bıraktıran kurumun adını vermiyorum ama şunu söyleyebilirim ne kadar saçma bir sistemde olsa denemeye değer. İki haftalık sigara paranızı ayırın, bu yöntemle bırakamayan insanların hikayelerine kulaklarınızı tıkayın ve internette gözünüzü kestirdiğiniz bir merkeze başvurun.
    Sağlıklı günler!

26 Mayıs 2015 Salı

Halvetî Rûhî

 Halveti Ruhi, bir bardak kahvenin ürünüdür aslında. Kendi başıma içtiğim bir kahvenin sayesinde oluştu bugün saat 21.30 sularında. Bir çoğumuzun başına geldiği gibi anlattığım şeyleri dinleyecek birilerini bulamadığımdan yazmaya karar verdim. Yani dinlemeyen insanlar yetmedi birazda okumayacak olan insanları bulmalıyım dedim.
 Evet ilk paragraf biraz fazla karamsar,depresif oldu farkındayım. Fakat bu blog her zaman öyle olmayacak. Tek bir konu üzerine yazmak için açmadım burayı. Bir nevi günlük yaşantımı yansıtmak istedim. Üzerinde konuşabileceğim fikirlerimi söyleyebileceğim her şey için açtım. Bazen yemek yediğim bir restaurant, bazen gidip izlediğim bir film, bazen de rakıya atılan iki buzun erimesini izlerken aklımdan geçenler.
 Kısacası kimsenin dinlemeye tenezzül etmeyeceği şeyleri yazmaya geldim.